ÜST
muayene

Her devrin isyankarı: Dünden bugüne jean’in tarihine kısa bir bakış

Amerikan çiftçilerinin iş kıyafetinden Steve Jobs gibi CEO’ların sunum giysisine, moda tarihi hiçbir evladına bu derece zamanın, sınıfın, cinsiyetin ötesinde bir rol atfetmedi şimdiye kadar. Hiçbir kıyafet parçası görülmedi ki, zengini-fakiri, kadını-erkeği, yaşlısı-genci herkesi birleştirsin; tarihin her dönemecinde kendisini güncelleyerek o dönemin ikonu olmaya devam etsin. Her modeliyle asi gençten sosyetik kıza farklı imajların, kadın özgürleşmesinden demokratikleşmeye siyasi akımların sembolü olsun.

Aslen güneşin altında tarlada, iskelelerin tepesinde inşaatlarda, tersanelerde tozun-yağın içinde çalışan işçileri yaralanmalara, kirlenmeye ve kıyafetlerinin hızla yıpranmasına karşı korumak için geliştirilmiş bu kıyafet parçası, zaman içerisinde dünyanın her yerinde bütün insanları birleştiren bir ikon haline geldi. Madenci, çiftçi, kovboy, isyankar, hippi, rockçı, hip-hopçı, moda ikonu, iş insanı herkese kendini yakıştırdı. Muhtemelen sizin görece kısa kişisel tarihinizde bile birden fazla anlam ifade etmiş olan bir giysiden bahsediyoruz: Jean! Gelin tarih boyunca jean’in geçirdiği dönüşümün izini sürelim…

Fransa’dan Amerika’ya Jean

Her ne kadar jean’in tarihi genellikle 1853 yılında Bavarya’dan Amerika’ya göçen Levi Strauss’la başlatılsa da aslında hikaye biraz daha geriye, 18. yüzyıl Fransası’na uzanıyor. Tarihin pek çok dönüm noktasında olduğu gibi bir kazanın eseri, kot pantolon… Fransa’nın Nimes kentinde, serge adı verilen dayanıklı bir İtalyan kumaşını yeniden üretmek isteyen dokumacılar, yanlışlıkla bu kumaşa ulaşıyor ve adına da “serge de Nimes” diyorlar. Serj-de-nim diye okunan bu isim, zaman içerisinde serj’i unutuyor ve yalnızca son iki hecesiyle, denim’le kalıyor.

Bugün bile en büyük jean markalarından birinde ismi yaşayan Levi Strauss ise Altına Hücum döneminin zirvesinde San Francisco’ya yerleşmiş. Her yaştan, her ülkeden erkeğin büyük bir servete ulaşma hayaliyle batıya gittiği, hiç de elverişli olmayan iklim koşullarında aylarca kamp yaptıkları bu dönemde, geleneksel kumaşların birkaç hafta bile dayanamadığını görmesi fazla vaktini almamış. Aslında kendisi altın değil, kuru gıda peşinde gelmiş Amerika’ya ama herkes altını yerin altından çıkaracak diye bir kaide yok; o da gördüğü bir fırsatı altına çevirmiş. Levi Strauss & Co şirketi, kurulduğu 1853 yılında kuru gıda ticareti yaparken, bugün tüm dünyada adı jean’le özdeşleştirilen bir marka haline gelmiş.

501’in doğuşu

Jean yalnızca kumaştan ibaret değil tabii… Efsanevi pantolon modelleri olmadan, yalnızca kumaş olarak kalsa bu kadar popüler olur muydu kestirmek zor. Burada hikayenin gizli kahramanı giriyor devreye: Jacob Davis. Latvia’dan Amerika’ya göçen bir terzi olan Davis, 1873 yılında kumaş tedarikçisi Strauss’la birlikte Amerika Patent Enstitüsü’nün kapısını çalıyor. Kayıtlara, 139, 121 numaralı patentle “XX” pantolonları olarak geçen büyük fikrini, biz bugün çok yakından tanıyoruz. Hatta belki hala gardırobunuzun bir köşesinde duruyor bile olabilir: Meşhur 501! Bugün bir kilometreden seçersiniz onu, ama o dönemde ayırt edici özelliği “Cep dikişlerinde geliştirme” olarak belirlenmiş de patent alınmış.

Amerika’nın alın terinin üniforması olmaktan çıkıp bir sembole dönüşmesi ise artık 1930’larda John Wayne gibi western yıldızlarının filmlerinde onu tercih etmesiyle ilk işaretlerini verir… Sonuçta “Bir erkeğin kaçamayacağı şeyler vardır” ve her yalnız kovboyun bir yol arkadaşına ihtiyacı vardır, değil mi?

Kadınlar cephesi

 

Fakat yalnızca erkekler değildi jean’in cazibesine kapılan… Vogue dergisi 1935 yılında kadınlar için erkeksi bir şıklık yaratan jean’lerin kadınlar için de bir potansiyeli olduğunu ilk keşfeden yayınlardan oluyor. Dört yıl sonra, 1939 yılında Clare Booth Luce’ün aynı isimli oyunundan uyarlanan The Women (Kadınlar) filminde, denim kumaştan pantolonlar giyen oyuncular, jean giyen asi, seksi ve güçlü kadının ilk örneğini oluşturdu.

Avrupa’nın moda üzerindeki hakimiyetine meydan okuyan ilk Amerikalı tasarımcılardan olan Claire McCardell, 1943 yılında savaş döneminin kumaş kullanımı üzerindeki sınırlamaları karşısında denimin sunduğu olasılıkların farkına varan ilk modacılardan oluyor. İlk kez bir kadın koleksiyonunda denim kumaş kullanan McCardell çok haklı, çünkü Amerika’da üretilen bu kumaşı temiz tutmak, ütülemek çok kolay. Dolayısıyla savaş döneminde iş hayatına atılan kadınlar için büyük rahatlık.

Asi gençlik

1950’ler jean pantolonun pratik değerinin yanında başka anlamlar kazanmaya başladığı dönem. 1951 yılında kot pantolonu ‘fazla casual’ bulunduğu için bir otele girmesine engel olunan Bing Crosby, daha sonra denim kumaştan yaptırdığı takım elbisesiyle geri gelerek kotla ilgili ilk eyleme imza atıyor. Belki de isyanın sembolü olmasının ilk işareti bu… Daha sonra Lee Riders’ıyla James Dean, Jailhouse Rock dönemi Elvis ve tabii ki Wild One‘daki Marlon Brando derken işler çığrından çıkıyor. Kadınlar da geri kalmıyor: Marilyn Monroe, Joan Collins, Brigitte Bardot gibi ikonlarla kot modelleri giderek daralıyor, siluetler inceliyor, kadınsılaşıyor.

Beyaz tavşan

60’larda Jefferson Airplane’in beyaz Levi’s pantolonlar için kaydettiği reklamla, jean daha sonraki on yıllarda olacağı gibi 60’larda da dönemin ruhunu en iyi anlatan sembollerden olacağını gösteriyor.

70’lerde işlemeli, bol paçalı pantolonlarıyla hippiler; 80’lerde şalvar kotlu hip-hopçular ve dar, yırtık kotlarıyla metalciler; 2000’lerde herkes…

Herkes derken, Amerikan başkanından kraliyet üyelerine kadar… Kırmızı halıdan müzik festivallerine, haute-couture defilelerden inşaat iskelelerine… Kot pantolon söz konusu olunca ne din, ne milliyet, ne cinsiyet, ne sınıf kalıyor. Bunu başaran başka ne olmuş şimdiye kadar?