ÜST

Modern Sanatın Yaşayan Efsaneleri

 

Klasik sanatın veya daha doğru bir tabirle klasik sanat anlayışının estetik kaygılar güden işleyişini temelden sarsan modern sanat akımı, gördüğünü en gerçekçi biçimde mümkün olan tüm detayları ile birebir yansıtma amacına aykırı bir tavır sergiler. Aktarma ya da yansıtma değil; yeniden yorumlama üzerine kurulu bu anlayışın 1850’lerden sonra vücut bularak ilk empresyonistler ile başladığı düşünülür. Yapımı aylar süren pahalı; çoğu insanın ulaşamadığı portreler, uzun yıllar boyu malikânelerin duvarlarını süsledikten sonra fotoğraf makinesinin icadı ve akabinde yaygınlaşması, kişisel hatıraların daha erişilebilir olmasını sağlar. Artık herkesin bir portresi olabilmektedir. Daha kısa sürede çok daha ucuza mal olan bu portreler, ressamları yeni arayışlara iter. Artık aslına uygun belgeleme görevini fotoğraf devraldığı için sanatçılar, daha özgürdür ve gördükleri gibi değil; algıladıkları gibi resmetmeye başlarlar. Empresyonizmin çıkış noktası olan bu düşünce akımı, “Doğayı ve insanı olduğu gibi görüntüleyebilen bir cihaz varken, onun göremediği ve algılayamadığı bir biçem daha olsa, nasıl olur?” sorusundan yola çıkar. Bir nehir manzarasını veya bir soylunun portresini birebir aynı çizen 3 farklı ressam, artık aynı manzaradan farklı resimler üretmeye başlar. Akımın öncülerinden kabul edilen William Turner’ın liman tablosu, güzel bir örnektir. Bu tablo, bir limanın birebir gerçek görüntüsü değil; sanatçının kendi zihninde kalanlar ve hayal gücünün birleşimi sonucu oluşan bir yeniden yorumlamasıdır.

“Yaratıcılık olmadan yetenek zanaattir ve bize birçok yararlı eşya kazandırır. Hasır piknik sepeti gibi. Yetenek olmadan yaratıcılık ise modern sanatı verir.” Tom Stoppard

Yüzyılın başlarından itibaren modern sanata şekil veren ünlü sanatçıları ve çalışmalarını yakından incelediğimiz yazımıza İngilizlerin asi çocuğu David Hockney ile devam edelim.

David Hockney – 1937

Kaynak: davidhockney

Bradford, İngiltere doğumlu olan David, orta sınıf bir işçi ailesinin çocuğu olarak başladığı yaşamının ilerleyen dönemlerinde modern sanatın en önemli temsilcilerinden oldu. Klasik bir eğitimle başlayan öğrencilik hayatı, içindeki sanat tutukusunu hissetmesiyle yön değiştirecekti. Londra’da bulunan Royal College of Art isimli sanat okuluna transfer olan David, önceki okulunda yaptığı çizimler ve çıkardığı dergi ile çoktan dikkatleri üzerine çekmişti. 1961’de Amerika’ya giden sanatçı, çeşitli üniversiteler ve sanat okullarında dersler verdi. Pop art akımının üyelerinden biri olarak görülen David, sanatsal çalışmaları ile “dâhi” unvanına layık görülürken, toplumsal normlar, cinsel kimlik, özgür düşünce gibi konulardaki fikirleri ve kendine has yaşam tarzı ile de “asi” olarak nitelendirilmiştir. Henüz öğrenciyken bile bu konuya hassasiyet gösteren David, London School of Art’ın bitirme projesi olarak çizmesini istediği kadın portresi yerine bir erkek çizerek geleneksel güzellik anlayışına karşı çıkmıştır.

Kaynak: theatlantic

Çocukluğundan itibaren en sevdiği malzeme olan yağlı boya ile çalışan sanatçı, ilerleyen dönemlerde fotoğraf ile birleştirilmiş foto-kolaj tabir edilen çalışmalar yaptı. İlerleyen dönemlerde ise farklı boya çeşitleri, kâğıt türleri, baskı teknikleri, bilgisayar ve tablet gibi hemen hemen tüm teknikleri deneyerek yarattığı eserleri de büyük ilgi gördü. Yeteneğini sadece resim üzerine yoğunlaştırmayan David, güzel sanatların diğer alanları ile de ilgilendi. Sahne dekorları ve kostümler de tasarlayan sanatçı, Metropolitan Operası ve Kraliyet Tiyatrosu için tasarımlar yaptı.

Ai Weiwei – 1957

Kaynak: tate

Coğrafyalar ve kültürler ne kadar değişirse değişsin, yaradılışa ve hayatın diğer tüm alanlarına dair estetik kaygılar güden hassas insanların sorunları ve bakış açıları benzerdir. Dünyanın diğer ucu olan Çin’de 1957 yılında doğan Ai Weiwei de modern sanatın önde gelen aktivistlerinden. Kendisini sadece “sanatçı” olarak tanımlayan Ai, aslında bir mimar, tasarımcı, heykeltıraş ve küratör. Yaşadığı ülke itibarı ile Avrupalı meslektaşları kadar özgür bir sanat ortamı bulamasa da protest kimliğinden ödün vermeden çalışmalarına devam ediyor. Hapse atılmasına; stüdyosunun, içinde bulunan sanat eserleri ile birlikte Çin yönetimi tarafından yıkılmasına rağmen sonu belirsiz -belki de çok bariz- yolculuğuna devam eden Ai, 2008 Pekin Olimpiyatları için hazırlanan dünyaca meşhur Kuş Yuvası Stadyumu’na tasarım danışmanlığı da yaptı. Pasaportuna kavuştuktan sonra ailesi ile birlikte Almanya, Berlin’e yerleşen sanatçı, çalışmalarını buradan yürütüyor.

“Eğer sanatçılar, insanlık onuru ve insan haklarından bahsedemeyecekse, bunu başka kim yapacak ki?” Ai Weiwei

2010 yılında Londra’da bulunan Tate Modern için yaptığı “Ay Çekirdekleri” enstalasyonu ile dikkat çeken sanatçı, eserinde her biri tek tek elde yapılmış yüz binlerce porselen ay çekirdeği tanesi kullanmış. Toplam ağırlıkları 10 tonu bulan bu porselen ay çekirdeklerinin galerinin ortasına dökülmesi ile oluşturulan yığın; birey ile kitleler, ben ve toplum arasındaki karmaşık alışverişi inceler. Sayısız ay çekirdeğinin -her biri özünde biricik fakat görünüşte aynı- hızla değişen bir toplumda bireysellik arayışı uyandırdığı görülebilir.

1960’lı ve 1970’li yıllarda Çin’deki Kültür Devrimi sırasında ay çiçeği sembolünün her zaman mevcut olduğu ve çoğunlukla ülkenin Komünist lideri Başkan Mao (1893-1976) için bir metafor olarak kullanıldığı düşünülürse, Ai Weiwei’nin bu çalışmasında baskın otorite ile olan problemlerini de dışa vurduğunu görebiliriz. Porselen ay çekirdeklerinin Çin’de çok daha hızlı ve ucuza mal edilebilecekleri endüstriyel fabrikalarda üretilmek yerine, yerel seramik sanatçıları ve porselen ustaları tarafından tek tek elde yapılmarını tercih eden Ai, bu sayede global ekonomik arenada yerleşmiş olan negatif  “Çin Malı” algısını da eleştiriyor.