Rock Tarihinin Efsane Grubu: Queen
2018’e damga vuran filmlerden birisi hiç şüphesiz Bohemian Rapsody idi. Queen Grubu ve efsanevi solisti Fredy Mercury merkezli film, hayranları tarafından büyük ilgi gördü. Tüm dünyada 750 milyon dolara yaklaşan gişe hasılatı ile başarısını perçinleyen film, eleştirmenleri de ikiye böldü. Hikayenin güçlü ama sinematografinin yeterince etkili olmadığını düşünenler ile filmin bütünüyle Queen’e yakışır bir yapıt olduğu konusunda hem fikir olanlar, vizyona girdiği tarihten itibaren karşılıklı argümanlar üreterek kamplaştılar. Milyonlarca genç insanın idolü olan, bir dönemin kültür anlayışını şekillendirmiş bu efsanevi grup ve karizmatik solisti, bir filme sığmayacak kadar derin ve karmaşık bir hikayeye sahip. Gelin Freddy Mercury’ye dönüşen Farrokh Bulsara’nın hayat hikayesine birlikte göz atalım.
Freddy Mercury: Tanzanya’da Başlayan Yolculuk

kaynak: liveforlivemusic
Farrokh Bulsara, 1946 sonbaharından Zanzibar Tanzanya’da doğdu. Daha iyi bir eğitim alması için Hindistan Bombay’da yaşayan teyzesinin yanına gönderildi. Yatılı bir okul olan St. Peter’da eğitimine devam eden Farrokh burada piyano çalmayı öğrendi. Lise eğitimini tamamladıktan sonra Zanzibar’a dönen Farrokh ve ailesi, gerçekleşen darbe sebebi ile ülkelerinde yaşama şansı bulamadan İngiltere’ye göç etmek zorunda kaldı. Burada sanat ve grafik alanında yüksek öğrenim gören Bulsara, Ealing College’dan diplomasını alarak mezun oldu. Okul ona sadece akademik eğitim vermekle kalmadı, birçok müzisyen ve sanatçı ile tanışmasına da vesile oldu. Bunlar arasında ileride dünyanın en ünlü grubunu kuracakları davulcu Roger Taylor ve gitarist Brain May de vardı. Elbet henüz hiç birisinin ileride ulaşacakları şöhret konusunda en ufak bir fikirleri dahi yoktu. Farrokh 4 oktav sesi ile son derece güçlü bir yoruma sahipti. Konuşurken bariton, şarkı söylerken ise tenor olan sesinin dikkatleri üzerine çekmesi uzun sürmedi.

kaynak: hindustantimes
1950’lerde Hindistan’da St. Peter yatılı okulunda çekilmiş sınıf fotoğrafında; sağda, diz çökmüş olan Farrokh Bulsara’yı görüyoruz.
Burada etnik kökeni ve kimliği ile ilgili bir parantez açmakta fayda var zira bu travmatik kökler tüm hayatı boyunca onu rahat bırakmadı. Bir Afrika ülkesi olan Tanzanya’da doğmuş olmasına rağmen, Hindistan’da akrabalarının yanında büyütüldüğü ve eğitim aldığı için kendini çoğu zaman Hintli olarak tanımladı. Oysa ki Zanzibar’da İran’a islamiyet geldiği için ülkeyi terk etmek zorunda kalan zerdüştlerin oluşturduğu Parsiler’den olduğu biliniyordu. Özellikle İngiltere’ye göç ettikten sonra muhafazakar Britanyalıların göçmenlere karşı tavrı sebebiyle bu konuları hep muallakta bırakan Farrokh, birçok arkadaşı tarafından etnik kökeninden utanmakla eleştirildi. Grup müzisyenlerinden yakın dostu Roger Taylor ise bunun tamamen yaptıkları müzik tarzı ve simgeledikleri özgürlükçü tavrın etnik kökenleri ile örtüşmemesinden kaynaklanan bilinçli bir tercih olduğunu öne sürerek, sanatçıyı destekledi.
Modern sanat eserlerine bir servet harcayan sanatçı, eleştirileri böyle cevaplıyordu: “Modern resimler kadın gibidir, onları anlamaya çalışırsanız asla zevk alamazsınız.”
Artık gruba geri dönelim ve hikayeye kaldığımız yerden devam edelim. Okul yıllarında tanışan 3 arkadaş 1971’e kadar farklı gruplarda müzikal kariyerlerine devam ettiler ve aynı yıl bas gitarist John Deacon’ı tanışarak 4’lünün temelini attılar. Elbette şöhret çabuk gelmedi ve 1974 ve 1975’de çıkardıkları albümlerine kadar pek fazla ilerleme sağlayamadılar. Ancak Freddy’nin A Night at Opera isimli albümleri için yazdığı Bohemian Rapsody 1975 yılı İngiliz ve Amerikan listelerinde fırtınalar estirdi. 7 dakika süren bu rock opereti Freddy’nin 4 oktavlık sesi ile bir araya gelince ortaya çıkan eser, dönemi için inanılmaz büyük bir yenilikti. Grup artık uzun yıllar sürecek bir yükselişe geçmişti. 70’ler ve 80’ler boyunca birbiri ardına gelen başarılı albümler ve birçok ünlü sanatçı ile yapılan birliktelikler her defasında daha fazla ses getiriyordu. Grup bir gün Micheal Jackson ile kayıt yaparken, bir diğer gün dönemin ikonu Prenses Diana ile görüntüleniyordu. We Are the Champions”, “We Will Rock You” gibi hit parçalar dillerden düşmezken, grup en üretken dönemlerini yaşıyor “Another One Bites the Dust”, “Crazy Little Thing Called Love,” gibi yeni parçaları listelerde ilk 10’a giriyordu.
Canlı Performans: 1985 Live Aid Konseri

kaynak: attitude
Tüm bunlar olurken grup turne ve konserlere de hız kesmeden devam ediyordu. En dikkat çekici performanslarından biri 1985 yılında Live Aid yardım konserinde gerçekleşti. Londra Wembley Stadyumu’ndaki binlerce hayranı ile birlikte “We Will Rock You” hitini seslendiren Freddy, konsere canlı katılanlara ve televizyondan izleyenlere unutamayacakları bir etkinlik yaşattı. Freddy ve arkadaşları da bu yardım çabasından etkilendi ve “One Vision” isimli parçalarının ilhamını buradan aldılar. Şarkıcı ve aktivist Bob Geldof ve söz yazarı Midge Ure’nin Afrika’daki kıtlık mağdurlarına para toplamak için düzenlediği bu etkinlik insanlığın hafızasına kazınan nadir müzik etkinliklerinden birisi oldu.
Mutsuz Son: Bir Yıldız Kayıyor

kaynak: 4.bp.blogspot
Freddy cinsel tercihlerini hiç bir zaman gizlemedi ama ilişkilerinin mahremiyetine de saygı duyulmasını istedi. Şöhret ve zenginlik istediği hayatı yaşamasına izin veriyordu. Partilere ve o şatafatlı dünyaya düşkün olan Freddy uçağa atlayıp özel kutlamalar yapmak için farklı ülkelere gitmekten geri durmuyordu. Bu hızlı yaşam tarzı ona büyük bir bedel ödetmeye hazırlanırken, Freddy başına geleceklerden habersiz, tercih ettiği hayatı sonuna kadar yaşamaya kararlıydı. 1989’da bu şaşalı yaşamdan uzaklaşan ve evine kapanan Freddy için dedikodu çarkları dönmeye başladı. Bir sonraki albümleri için hazırlanıyor olmaları gerekirken, inzivaya çekilen Freddy, ölümüne 24 saat kalana kadar hastalığını açıklamadı. 23 Kasım 1991’de HIV pozitif olduğunu bir basın açıklaması ile duyuran sanatçı, ertesi gün hayata gözlerini yumdu. Öldüğünde henüz 45 yaşındaydı.